İstiklal Caddesi

Sadece İstanbul'da yaşayanlar değil, tüm Türkiye hatta yurt dışında yaşayanların bile ilgisini çekebilen, tarihi ve eğlenceli yer; Bir nevi özgürlüğün diğer adı. Her kafadan bir insan mevcut, günün her saati insan trafiği görülebilir, araç trafiğine de açık, ama aklı olan arabasıyla girmesin oraya. Polisler cirit atıyor, gerek resmi ekip otoları, gerekse sivil polisler. Güvenilir yani. Cadde aydınlatmaları hoş duruyor, mağazaların tabelaları renk renk, çeşit çeşit, onları izlemekle geçiyor zaten zamanının bir kısmı. Yaşlanmış trenimiz var hala aynı renkte ve hala aynı hızında. Çok kez kullandım ama raylar üzerinde yürüyerek yolculuk yapmak daha zevkli.

Sokak aralarında indiğimizde "Beyoğlu" için yazılmış tüm şarkıları dinlemek geliyor içimden. Caddede insan seli varken, sokak aralarında gruplaşmış gençler, aynı tür insanlar topluluğu mevcut. Canlı müziklerin ana yuvasıdır ara sokaklar, hafta sonları tercih edilesi mekan sayıları daha belirgin durur. Karanlıkta dolaşan adamlardan birinin tinerci çıkma olasılığını hep göz önünde tutmak zorunda değiliz ama öyle hissedebilirsiniz. Fransız sokağının hem araç hem insan trafiğine şaşıyorum. Ve asıl önemli olansa her grubun içinde bir adet dahi olsa kadın var. Hoş görüntü aslında sevgililerin kol kola gezmelerini izlemek. Sakin yerlerde oturup elindeki enstrümanı çalan insanları da hep izleyesim gelir. Sokak müziği candır ve o caddenin simgelerinden biridir. Canlı müzik yapan mekanların önünde "canlı müzik var, gelmek ister miydiniz?" diye soran genç çalışanlara kulak verip girdiğiniz mekanlarda genelde kazık yiyebilirsiniz ama aldırmayın, yediğiniz kazık, canlı müziği yapanların cebine giriyor. Hakları değil midir ki? İstek parçaları elinden geldiğince çalmaya çalışanları dahi var, ne hoş. Bir gün yüzsüzlük yapıp istek parça listesi yapıp gideceğim adamın yanına; "Hocam bunları sırayla çalar mısın?" Bir nevi müzisyen arkadaşa kolaylık ediyorum, onun için repertuvar hazırlıyorum.

İstiklal'de dolaşırken bir tanıdığa rast gelme olasılığı çok az gibi görünse de (o kalabalığın içinde) bir gün orada eski lise arkadaşlarımı görebilirim. Ama asıl hayalim, Şebnem Ferah'a rast gelmek. Biliyorum şu şartlarda bu çok zor ama kadere inanmakla yetiniyoruz. Ünlü birisini görünce olağan halinizi bozup, çaylakça davranmayın (söz konusu Şebnem ise bu benim için geçerli değil.) Cool davranın, o da insan, sadece bizden biraz daha ünlüler. Demek istediğim ünlülerin uğrak yerlerinden biridir bu cadde. Bence bu semtin taksicilerin de çok samimi. Taksici abeylerin hepsi mi bu kadar ılımlı bilmiyorum ama müthiş kolaylıkla pazarlık payına girebiliyoruz. Baktı bunlar sarhoş, bire üç katıp aldığım fazla parayı cebe atayım kafasında değiller.

Ve ilk kez uğradığım Dorock Bar! Başkalarının tabiriyle "manyakların takıldığı yer" iyi yer, sağlam yer, ucuz yer, kafa yer. Tavsiye edilen mekandır. Hadi gidelim dedik. İçerisi zifiri karanlık, (zaten ne görüyorsak) adım atıyorum, birinin ayağına basıyorum. Sorun yok ama devam ediyoruz. Ses sistemi o kadar da küçük yer değil ama, ses sistemi fazla mı acaba? Mekandan çıktık kafamda hala davul sesi falan... Ortam oldukça karanlık olduğu için aldığınız içeceğin parasını 5 lira yerine 50 lira olarak vermiş olabilirsiniz, Ayıkken kontrol ediniz. Canlı müziğin eksik olmadığı mekanın çalışanları da kafa dengi. Metal müziğin dibine dibine vurulduğu güzide mekanlardan. Çok mu övdüm? "Sahneye içki alabilir miyiz? Teşekkürler"

Geç saatlerde (02:30-03:00 civarı) açık bulduğumuz Burger King'e girme hayalimizin bir kısmı gerçek oldu. Tuvalet ihtiyacımızı giderebileceğimiz nadir mekanlardan biridir. Dışarı çıkıp hava aldıktan sonra tekrar içeri girip sipariş vermeyi planladıysak dahi bu gerçek olamadı. İnen kepenk sesleriyle arkamıza dönüp baktık ki mekan kapatılıyor. İçeri girmeye çabaladık, hani kavga da edelim havasında değiliz ama ufak çapta tartışma yaşadık (eğlenceli oldu) sonra "Daha da gelmem Börgıra!" demeden dostane şekilde ayrıldık oradan. Ama açız lan! Sonra içmeye devam işte... İstiklal candır.